Paylaş:
Atatürk’ün “alev olarak dönen kıvılcımlarından” aldığı eğitimle kendi ışığını saçan Prof. Süleyman Saim Tekcan; Kreaktivist bölümümüzün ilk konuğu olarak bizleri onurlandırdı. Tekcan’ı takdim etmek için kurulabilecek onlarca cümle içinde, bizi en çok heyecanlandıran; Türkiye Cumhuriyeti’nin sanat yolculuğunda, kendine has duruşuyla; sanatçı, eğitimci ve bu iki alanda yaptığı çalışmalarla gerçek bir öncü oluşu.
Yaşadığımız coğrafyanın kültürel katmanlarını farklı formlarda ve disiplinler arası eserlerle yorumlayan Tekcan; 60 yıllık sanat hayatı boyunca ortaya koyduğu eşsiz eserlerin yanında, güzel sanatlar liselerinin yapılanmasından Türkiye’nin ilk ve tek grafik sanatlar müzesi olan İMOGA‘nın kuruluşuna kadar üstlendiği projelerle de önemli bir yenilikçi. Ustalığı ve tekniğiyle gelecek kuşaklara yol açan kıymetli Tekcan kendi ifadesiyle; bu ülkenin yetiştirdiği bir kişi olarak, üreterek ülkesine olan borcunu ödüyor.
Sanat üretimine yeni başlayan bireyler, yaşadığı toplumdan, bölgeden, olaylardan etkileniyor. Bu etki sanatçının kendini ifade şekli ile özgün bir form oluşturuyor. 60 yıllık sanat yaşamınızda bu süreci anlatabilir misiniz?
Her şeyden önce, sanata başlamayı gerektiren bir ortamda yaşamak gerekiyor. Ülkenin sanata ihtiyacı var mı diye düşünmek gerekiyor. Atatürk, neredeyse yok olmak üzere olan bir kara parçasında Türkiye Cumhuriyeti’ni ortaya çıkartıyor. Bu ülkede; kendini dünyada ispat edebilecek kriterleri barındıran bir anayasası olan bir hükümet kuruyor. Eğer bir ülkenin, özgür bir anayasası yoksa; Orta Doğu’da örneklerini gördüğümüz gibi insanların düşüncelerini geliştiremediği, bilmediği, köle olarak yaşayan topluluklara dönüşür. Atatürk, düşünen insan modeli yaratmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’ni örgütledi. Bunu yaparken üç ana dalda; Harbiye ile savunmanın, mülkiye ile idarenin, Gazi Terbiye’de de eğitimin yapılanmasını sağladı. Gazi Terbiye’de yetişen öğretmenler, düşünen insan yetiştirmek üzere eğitiliyordu. Pedagoji, Türkçe, resim, müzik, Almanca, Fransızca, İngilizce gibi yabancı dil bölümlerinin olduğu bir yapıda öğretmenler yetiştirildi. Böylesine muhteşem bir projeyi ancak muhteşem bir dâhi yapabilirdi. Benim eğitim aldığım dönem Atatürk Türkiye’si dönemiydi ve Gazi Eğitim Enstitüsü bizim rüyalarımızı süsleyen, mükemmel eğitim bir veren kurumdu. Hocalarımızın çoğu, Atatürk’ün teşviki ile yurt dışında eğitimlerini görmüş, bilinçli ve Atatürkçü insanlardı. Sanat hayatımın temeli burada atıldı. Aslına bakarsak hiçbir sanatçı sanatla ilk temasını nasıl kurduğunu tam olarak söyleyemez. Ancak, asıl süreç eğitimle başlar. Sanat yapmak için düşünce çağında olmak gerekiyor, çünkü sanat düşünceyle başlıyor.
Bu noktada yaratıcılık, kreatif bakış açısı konusunda da düşüncelerinizi almak isteriz…
Sanatçı başkasına benzemeyen, kendi olan kişidir. Fikir ve duygu olarak beslendiği yeri doğru tayin etmesi gerekir. Burada sanat üreten ve icra edenleri ayrıştırmamak, üretim alanlarını keskin çizgilerle belirlememek gerekir. Yaratma dediğimiz kavram, kendinden önce yapılmamış olanı ortaya koymaktır. Tekrar edilen şey değildir yani. Özgün, sanatçının tüm kültürel birikimle ortaya çıkan bir eserden bahsediyor olmalıyız. Çoğu zaman Beethoven, Mozart örneği üzerinden ifade ediyorum bu özgünlüğü. Çaldığı enstrümanla Mozart bestesini mükemmel icra eden bir virtüöz, Beethoven ve daha pek çok önemli besteciyi dinleyerek kendine ait yeni bir üslup, yorum, ifade oluşturur. Burada Mozart ve Beethoven’ın eserleri müzik alanındadır ama biçimleri farklıdır. Aynı örneği resim, heykel, baskı gibi sanatlarda düşündüğümüz zaman yaratıcılık ve ifade farklılığı, sanat ve zanaat ayrımına değin gider.
Yaratma kavramını düşündüğümüzde ise, gerçek anlamda bunu icra eden az sayıda sanatçı olduğunu ifade etmek gerekir. Bu sanatçılar, ardından gelenlere yol açan yenilikleri de beraberinde getirirler. Bu yenilikler; zekâ ve kültürel birikim bir arada olduğu zaman ortaya çıkar. Yine bu değişimler akımların doğuşuna da öncülük eder. Örneğin, Avrupa bir skolastik dönem yaşadı. Din temelinde olan bu süreçte Hıristiyanlık üç mezhebe ayrıldı. Ardından uzun yıllar süren savaşlar oldu. Aynı dine mensup olan insanlar bu bölünme içerisinde kendi farklılıklarını savunmaya başladılar. Birbirlerini kırdılar. Sonra ne oldu? Rönesans dönemini başlatan sanatçılar çıktı. Sanatçılar, yaşadıkları toplumda çok önemli işlevi olan kişilerdir. Çünkü dünyada düşünmenin zirvesine ulaşabilecek şekilde yaratma dediğimiz olguyla eser üreten; felsefe, edebiyat, müzik ve daha birçok dalda insanlara örnek olan kişilerdir. İnsanların yaşamlarını zenginleştiren bir dünya kurmalarına yardımcı olurlar. Rönesans döneminde sanatçılar düşünceleriyle ve üretimleriyle yaşadıkları bölgelerdeki insanları aydınlanmaya ulaştırdılar. Sanatçılar düşünceleriyle ve üretimleriyle yaşadıkları bölgelerdeki insanları aydınlanmaya ulaştırdılar.
Kültür birikimi kavramından bahsettiniz. Yüzyıllar içinde Anadolu toprakları çok sayıda medeniyete ev sahipliği yaptı. Sümerler, Hititler, Romalılar, Selçuklular, Osmanlı… Farklı ırk ve inanıştaki toplulukların izlerini taşıyoruz. Ülkemizdeki kültür birikiminden bahsederken Türkiye sanatı mı, Anadolu sanatı mı demek lazım?
Bu topraklarda Anadolu medeniyetleri var. Ama bugün yaşadığımız ülke Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Burada yaşayan insanların pek çoğu farklı bölgelerden gelmiş. Benim soyumun bir bölümü Kafkasya’dan geliyor. Diğeri Yugoslavya’dan, Bulgaristan’dan geliyor. Başka başka ülkelerden gelen insanlar var kan birliği sağladığımız. Ama hangi ülkeden gelirse gelsin, inancı ne olursa olsun bu insanların da bu topraklar içerisinde, özgür yaşamalarını ve düşünmelerini sağlayacak bir ülkenin adı Türkiye Cumhuriyeti’dir. Cumhuriyet bütün insanlara aynı mesafededir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ismini verdiğimiz bu insan topluluğu da bu ülkeyi oluşturur. Ülkemizdeki sanat ve kültürel birikimde de aynısını söyleyebiliriz. Ülkemizin farklı bölgelerinde farklı teknikler, üsluplar görebiliriz.
Sanatta kültür izi…
İnsanlar görsel ve işitsel algılarıyla düşünmeyi öğrenirler. Bu düşünce yapısı içerisinde yaşadığımız topraklardaki kültürlerin tümü bizi etkileyen, bizim insanlık vasıflarımızı oluşturan şeylerdir. Bunların hepsi yaşadığımız topraklarda bizi birleştiren, bizi bir biçimde aynı düzlemde buluşturan önemli faktörler. Anadolu topraklarında, şu medeniyet şöyleydi, bu böyleydi deme hakkımız yok. Sanatımızda Osmanlı döneminin de getirdiği çok şey var. Anadolu’dan geçen Romalıların da izleri var. Selçuklular, Hititler, İskitler… Hangi medeniyet geçerse geçsin, onlardan kalan ve bizim halen kullandığımız izler var. Fakat bunu bütünlüğümüzü koruyarak, o kültürlerle beslenerek, yaşadığımız düzlemde halk iradesine dayanan demokratik bir yaklaşımla ve de adaletli olarak almak zorundayız. Bu noktada bunu başaran, bu ülkeye bu kavramları olumlu biçimde kazandıran kişi, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Büyük Millet Meclisidir.
Dinlemenin tarifi ise faaliyet değiştirmektir. Hep aynı şeyi yapan kişi çabuk yorulur.
Üretimde disiplinler arası çalışmanın size kazandırdığı en önemli şey nedir?
Sanatçı birçok malzemeyle sanatını eseri üretir. Bu topraklarda da her türlü malzeme var. Sanatçı, akademide belli eğitimler görür. İlgili bölümlerde okuyarak heykeltıraş, ressam grafikçi, seramikçi olur. Biz Gazi’de bunların hepsini okuyarak, bu disiplinlerin arasındaki duvarların kalktığı bir eğitimden geçtik. Bu nedenle eğitimimi çok önemsiyorum. Bugün; heykel, resim, seramik, gravür yapıyorum. Sanatımı oluştururken hemen hemen bütün teknikleri kullanıyorum. Bu benim için son derece sınırları geniş ve boyutlu olan bir düşünceyi getiriyor. Dinlemenin tarifi ise faaliyet değiştirmektir. Hep aynı şeyi yapan kişi çabuk yorulur, farklı şeyler yaptığı zaman dinlenir. Benim yaşamım böyle bir yaşam. Çoğu zaman da kendini sanatçı olarak da tanımlamıyorum. Ondan önce “Ben sanat eğitimcisiyim” diyorum. Kendi tecrübe ve kazanımlarımı öğrencilerime de aktarıyor, onların düşünce boyutlarını geliştirmeye çalışıyorum. Düşünen insan modeli dediğimiz modeli yaratmak zorundayız.
Kendi özgün alanını oluşturmak isteyen sanatçı kendini nasıl geliştirmeli?
Az önce bahsettiğimiz gibi sanatçı, kendisi olan kişidir. Görsel ve işitsel algılamaları ile dünyayla ilgili bilgileri birleştirip bir boyut kazanan insan, kendi birikimiyle, başkalarına benzemeyen ama kendine benzeyen bir sanat eseri oluşturmak zorundadır. Örneğin, pek çok sanatçımız eğitim almak için Avrupa’ya gitti. Orada, bir atölyede empresyonizm veya kübist resim öğrendiler. O teknikler ile yaptıkları resimler çoğunlukla Avrupa resmine benzeyen eserler oldu. Ama bizim medeniyetimizden yola çıktığımız zaman, Anadolu’daki medeniyetleri de göz ardı etmeden kendi yaşam biçimimizden, kültürümüzden de yola çıktığımız zaman başka türlü eserler oluştu. Ben bu topraklara, buradaki medeniyetlere yaslanan bir tarzı kendimce yatmalıyım diye düşünen bir kişiydim. Yaratıcı, düşünen insan modeli bu nedenle çok önemli. Yani kendi olan, düşüncelerinde farklılıklar ve temeli kendi topraklarındaki kültür olan bir şeyi yapması lazım sanatçının.
Kültürel birikimin en önemli adresi müzelerin önemi artıyor bu noktada…
Kesinlikle; müzeler çok önemli. İnsan kültürünü, geçmişten günümüze gelen kültürlerde sanatçının düşünceleriyle ne yapmak istediğini öğrenmek ve onu gözlemleyip anlamaya çalışmak için önemli yerler. Müzeler, eğitim kurumları olarak öne çıkan kurumlardır. Akademik eğitim kurumlarımızın dışında müzeler de bu görevi yapıyor.
Yeri gelmişken; eğitim kurumu vazifesi gören, Türkiye’nin ilk ve tek grafik sanatlar müzesi olan İMOGA’dan da bahseder misiniz? Hangi düşünceyle çıktınız bu yola?
İstanbul Museum of Graphic Arts (İMOGA), yani İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi’ni, bu ülkeye olan borcum olarak kurdum. Yeter ki bu ülkenin insanları gelsinler, alacakları fikirleri, bakış açısını, hissi, algıyı alsınlar, öğrenecekleri şeyleri öğrensinler. Ve az önce konuştuğumuz, sanatsal olgu dediğimiz olguyu, düşünen insan modelini yaratalım.
İMOGA, 19 yıl önce kuruldu ve mimari yapısı ile Türkiye’de çağdaş müze binası olarak inşa edilen ilk yapı olma özelliğini taşıyor. Her yıl 30-40 bin kişi ziyaret ediyor. Türk sanatının bütün eserleri, dünyanın 100 ülkesinden önemli grafik sanatçıların eserleri sergileniyor.
Son olarak, dijital sanat alanıyla ilgili görüşlerinizi almak isteriz. Pek çok insan dijital sanata yöneldi algısı var ama bir yanda da ülkemizde ve dünya genelinde zanaat ve el becerisi gerektiren çalışmalar üretiliyor. Bu süreci nasıl gözlemliyorsunuz?
Dijital sanat kavramı günümüzün popüler kavramlarından bir tanesi. Tarihte resim özelinde ya da genel sanat algısında cereyanlar var. Biraz önce de bahsettiğimiz gibi ekspresyonizm, empresyonizm, kübizm… Bütün bunlar gelir ama bazıları zaman içinde kalır, bazıları yok olup gider. Dijital sanatlar da çağımızda kullanılan bir sanat türü. O belki kavramsal olarak bir sanat eseri oluşmasında kullandığımız şeyler olabiliyor. Gelecekte, bizden 100 sene sonra dijital sanat belki o cereyanlar içerisinde kalacak, belki de yok olup gidecek.
İçindeyiz ve yaşıyoruz şu an.
Prof. Süleyman Saim Tekcan’ın sanat ve eğitimle örülü yolculuğu, Türkiye’nin kültürel derinliklerini işleyen bir destan. O, sadece bir sanatçı değil, aynı zamanda bir düşünce önderi ve eğitimcisi olarak çağını aydınlatan bir ışık. Onun eserleri, sadece tuvalde değil, aynı zamanda gelecek nesillerin düşünce dokusuna da dokunuyor, bir köprü kurarak evrensel bir sanat mirası bırakıyor.