21. yüzyıl güzel sanatlar eğitiminde multidisipliner bakış açısını, kurumların yapılarını ve kurumsallaşma problemlerini Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Baskı Sanatları Bölümü; Baskı Sanatları Anasanat Dalı Öğretim Elemanı Prof. Hayri Esmer ile konuştuk. Multidisipliner yaklaşımın artık tercih değil zorunluluk olduğunu belirten Prof. Eser, bu yaklaşımın bireyin çok yönlü yapısını, çoklu düşüncesini anlatabilmenin bir yolu olduğunu vurguladı.
Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Baskı Sanatları Bölümü’nde bu tür düşünmeyi sağlayacak ortamı yaratmaya çalıştıklarını aktaran Prof. Esmer; “Ancak şunu belirtmeliyim ki, farklı bölümlerin olması eğitimin multidisipliner olduğu anlamına gelmiyor. Ülkemizdeki güzel sanatlar fakültelerinin yapılanmasının disiplin merkezli olmasından ötürü, bu yapılanma multidisipliner bir eğitim olanağını doğal olarak kısıtlamaktadır. Bu nedenle sistem ya da onu uygulayanlar multidisipliner yaklaşımları desteklemiyor. Bu kurumlardaki multidisipliner bakış, büyük ölçüde bu alana ilgili ve iyi niyetli sanatçı eğitimcilerin, bireysel çabalar ile sürebiliyor ancak. Eğitim sisteminin; yaratıcılık tarihini ve bugünü iyi analiz edebilen, değerlendirebilen ve bunlardan güncel ve stratejik sonuçlar çıkarabilen, bunları derslerde özgürce tartışan yetkin eğitimcilere ihtiyacı var” dedi.
Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni kısaca sizden dinleyebilir miyiz?
Fakültemiz, 1983’te ilk eğitime başlanmasından bu yana; sanat ve tasarım alanlarında eğitim veren, altyapı donanımını, eğitim programlarını, uluslararası ilişkileri önemseyen bir kurum olmuştur. Sanatın gereklerine uygun olarak yenilikçi bir ruhu barındırdığını ve bunu yaygınlaştırmak için çaba harcandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Başka üniversitelerde sonradan açılan baskı sanatları, animasyon, cam bölümlerini; Sanat Tasarım Uygulama ve Araştırma Merkezi ve yine üniversitemize bağlı Çağdaş Sanatlar Müzesi’ni ülkemizde ilk kez açmış olması bu yenilikçi yaklaşımın göstergeleridir. Eskişehir kent ortamında sanatsal kültürün, yaygın bir şekilde var olması ve gündem oluşturması da fakültemizin/üniversitenin bu sanatsal atmosferi kente yayma başarısı olarak görmek gerek.
GSF, özel bölümleriyle geniş bir donanıma sahip yaratıcı öğrenciler yetiştiriyor. Baskı sanatları özelinde eğitim kapsamından bahseder misiniz?
Evet, tüm bölümlerimiz evrensel kültüre katkı öncelikli bir yaklaşım izlemektedir. Mezunlarımızın da bu anlamda sanat ortamına/sektöre önemli katkılar verdiği açıktır. Baskı Sanatları Bölümümüz, baskıresim alanında gerek çağdaş sanatın yenilikçi uygulamalarını yapabilecek, gerekse geleneksel yöntemlere hakimiyeti olan, yetkin sanatçılar yetiştirmeyi hedefleyen bir bölüm. Bunun için, sanatın tarihsel kökenlerinden günümüze doğru evrilerek gelen sürece, genç arkadaşlarımızın nasıl eklemlenebileceği üzerine odaklanıyoruz. Kendi farklılıklarını önceleyen, sanat yaklaşımlarını bunun üzerine inşa eden bir yaklaşımı kuşku yok ki önemli görüyoruz. Sanatın günümüzde bir dil meselesi olduğunu ve bunu baskıresim bağlamında çağdaş sanat ile nasıl bir ilişkide var olabileceğine ilişkin sorular sorup uygulamalar yapmaya çalışıyoruz. Lisans, Yüksek Lisans ve Sanatta Yeterlik eğitiminde Baskıresimin geleneksel teknikleri, dijital baskılar ve deneysel baskı diye nitelendirdiğimiz, multidisipliner bakışın baskıresimdeki karşılığı sayılabilecek uygulamalar üzerinden geniş yelpazede seçenekleri olan, çağdaş bir programı öğrencilerimize sunuyoruz. Programlarımızda öğrencilerimizi sadece geleneksel baskı uygulamaları ile sınırlamayan, baskıresmin var olabileceği bütün ortam ve araçları da ifade seçenekleri olarak öğrencilerimize sunuyoruz. Hareketli görüntülerden mekân düzenlemelerine dek farklı disiplinlerle baskıresmin ilişkisinin güncel eserlere nasıl yansıdığını uygulamalar ile araştırıyor ve tartışıyoruz. Tüm bunlar için de fakültemizdeki diğer bölümlerin olanaklarını da kullanabiliyoruz elbette…
Bir ülkede güzel sanatlar eğitimin gelişmesi neden önemlidir?
Kanaatimce sanat eğitimi; toplumda eleştirel düşünen ve yaratıcı potansiyeli temsil eden, bireyin kendi farklılığını önemseyen ve bunu hayatın farklı alanlarında hâkim kılacak insanları yetiştirdiği için önemlidir. Teknoloji, üretim mekanizmaları, markalaşma ve iletişim stratejileri sayesinde hayat gittikçe daha fazla standartlaşmakta ve benzeşim artmaktadır. Sanatın, göreceli bile olsa doğası gereği bu benzeşimi kıran ve tanımlanmamış ‘coğrafyalara’ kapı aralayan bir yönünün olduğunu düşünüyorum. Sanat her zamankinden daha fazla ihtiyaç. Nesne bağımlılığının arttığı bir dünyada, karşılıksızlık daha fazla ihtiyaç olmaya başlıyor. Bu nedenle sanat eğitimi almak, sadece sanatçı için değil de birey olmak, kendi farklılığının farkında olmak, onu deneyimlemek için de zorunlu gibi görülüyor. Ayrıca yaratıcılık, sadece sanatın ihtiyaç duyduğu bir şey değil, bütün diğer alanlar için de olması istenilen bir şey. Bireysel varlığın dış faktörler tarafından tehdit edildiği, hiçleştirildiği günümüzde sanat eğitimi buna direnç sağlayan, bireyi kendine ait özellikleri ile koruyan yaşatan bir alan gibi duruyor. İşte bu nedenle ve bu hali ile sanat eğitiminin, gelişmesi, geliştirilmesi ve yaşatılması hayati bir önem taşıyor.
Yaygınlaşan güzel sanatlar eğitiminin kalitesi ve toplumdaki yansıması için neler söylemek istersiniz?
Hayatımıza bakarak bunu anlayabiliriz. Yukarıda söylediklerim paralelinde karşımızda bireyin kendisini ya da insani hassasiyetleri güçlü bir kişilik görebiliyor muyuz? Çevremizde sanatsal niteliklerle daha fazla ilişkilenen nesnel bir dünya var kuşku yok ki… Bu, sanata ait sanılan yaratıcılığın hizmet konforumuzda daha fazla var olduğunu, yaygınlaştığını hatta bu estetiği taşıyan nesneler dünyasının bizi esir aldığını da söyleyebiliriz. Onsuz yaşayamıyoruz artık. Yaşam konforumuzu besleyen şey arzularımız. O da estetikten besleniyor. Yani Bauhaus düşü gerçekleşti ve hayat estetikleşti. Peki ya insan kalitesi? Bu noktada en azından ülkemiz için kaygılarımın olduğunu söylemeliyim. Öte taraftan estetikleşen nesneler dünyasında sanat ‘kusursuzca’ ilerliyor. Bu noktada da mesele buna katkı sağlayan, bunu var eden kurum ve bireylerin kim olduğu ve hangi kurumlarda yetiştiği ya da ülkemizdeki sanat eğitiminin buna nasıl katkı verdiği… Kabul etmek gerekir ki, bu işi, sektördeki cesur ve girişimci ofisler, köklü sanat kurumlarından çok daha iyi yapıyor. Açıkçası ülkemizde bunun altyapısını sağlamaktan sorumlu eğitim kurumlarının hayatın bu gerçekliğine ne kadar katkı verebildiği, programlarını ve kadrolarını çağın ihtiyaçlarına uygun olarak ne kadar güncelleyebildiği kanaatimce tartışmalıdır. Bu anlamda eğitim kurumlarının temel ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli sorunlar yaşanmakta bu da eğitimin kalitesini doğrudan etkilemekte; sorunların ertelenmesini yol açmakta, çok daha önceleri çözümlenmesi beklenen kurumsallaşma problemlerini halen devam ettiği görülmektedir. Hatta son yıllarda bu sorunların aidiyet duygusunu bile yok edecek kadar arttığını düşünüyorum.
Güzel sanatlar eğitimlerinde artık disiplinlerarası ya da multidispliner çalışmaları konuşuyoruz. Bu kapsamda GSF’ne son yıllarda eklenen bölüm ya da eğitimler nelerdir?
Elbette yeni bölümler açılıyor. Yukarıda bahsettiğim gibi, bizde de farklı olarak Baskı Sanatları, Animasyon ve Cam bölümleri açıldı. Bunlar, birçok güzel sanatlar fakültelerinde yok. Bu bölümlerin altyapı olanaklarıyla sanatın ve sektörün taleplerine uygun yapılanmalar da yapılmaktadır. Örneğin, animasyonda; Oyun Kuluçka Merkezi açıldı. Multidisipliner bakış, günümüzde bir tercih değil, artık bir zorunluluk. Bireyin çok yönlü yapısını, çoklu düşüncesini anlatabilmenin bir yolu. Malzeme, mekân ve araçların çeşitlendiği günümüzde sanat, daha fazla iş birliğini, birlikte çalışmayı gereksiniyor. Özellikle öğrencilerin günümüzün komplike yapısını ve ilişkiselliğini anlatabilecek yeni ve uygun yöntemlere ihtiyaç var. Bu tür düşünmelerini sağlayacak ortamı yaratmaya çalışıyoruz. Öğrencilere alternatif anlatım seçenekleri sunmaya çalışıyoruz. Ancak şunu belirtmeliyim ki, farklı bölümlerin olması eğitimin multidisipliner olduğu anlamına gelmiyor. Ülkemizdeki güzel sanatlar fakültelerinin yapılanmasının disiplin merkezli olmasından ötürü, bu yapılanma multidisipliner bir eğitim olanağını doğal olarak kısıtlamaktadır. Bu nedenle sistem ya da onu uygulayanlar multidisipliner yaklaşımları desteklemiyor. Bu kurumlardaki multidisipliner bakış, büyük ölçüde bu alana ilgili ve iyi niyetli sanatçı eğitimcilerin, bireysel çabalar ile sürebiliyor ancak. Onların bu tür uygulamaları yapabilecekleri dersleri ya programlara eklemeleri ya da derslerinde öğrencilere tanınan esnekliklerle bu tür uygulamaları teşvik etmeleriyle olanaklı olmaktadır.
21. yüzyılda uygulanan mevcut güzel sanatlar eğitimi nasıl geliştirilmeli? Neye göre ve nasıl güncellenmeli?
Öncelikli olarak sanat ile kurduğumuz yararcı ve beklentiye dayalı bakışımızı değiştirmeliyiz. Ona pragmatist bir zihinle bakamayız. Kültürün endüstrileştiği bir ortamda bunun çok zor olduğunun farkındayım. Çünkü sanat mekanik bir şey değil, bir yönü ile ilişkili olsa bile yaratıcılık bambaşka bir şey. Her şeyin kısa yolunu aradığımız bir çağda ne yazık ki, sanatın kısa yolu yok. Uzun zaman sürecinde edinilen birikim ve deneyimlerin yaratıcı şekilde kullanımıyla ilgilidir sanat. Günümüzde ise, çoğu kez beklemeye ve deneyim biriktirmeye tahammülü olmayan, hızlı yol almak istemenin sabırsızlığı var gençlerde. Eğitimin bu tutumu yönetmede ve gençleri doğru kanalize etmede yetersiz kaldığını düşünüyorum. Eğitim sisteminin; yaratıcılık tarihini ve bugünü iyi analiz edebilen, değerlendirebilen ve bunlardan güncel ve stratejik sonuçlar çıkarabilen, bunları derslerde özgürce tartışan yetkin eğitimcilere ihtiyacı var. Oysa bugün daha az sanat yapan, sanatın bilgisini araştırma gereksinimi duymayan veya bundan habersiz eğitimcilerin çoğunlukta olduğu bir güzel sanatların varlığını gözlemliyoruz. Belki eser üretilmemesi kabul edilebilir; ama literatüre katkı sağlayan özgün araştırmaların yetersiz oluşu, güncel sanat meselelerine ilgisizliği anlamanın olanağı yok. Öte taraftan güzel sanatlar eğitimi neredeyse mühendislik eğitiminden farksız hale geldi. Sanat eğitimi, yıllar içinde kendi tarihsel referanslarını terk ederek, bürokratik ve politik referanslara angaje oldu. O nedenle kanaatim odur ki, ülkemizde güzel sanatların; konum, kimlik ve işlevinin yeniden tartışılması bir zorunluluktur. Hakikatimiz ile sanat arasında yeniden bir ilişkinin kurulması bir zaruret olarak önümüzde durmaktadır.
Üniversite – sektör işbirliği projeleriniz projelerinizden bahseder misiniz?
Bu, son zamanlarda üniversitelerde popüler olan ve üzerinde çok durulan bir mesele. Piyasada sektörü olan alanlar için katkı sağlayıcı çok yönü var. Programların, kendilerini gündelik sorunlara cevap üretecek şekilde gözden geçirmelerine dolayısıyla sektörün ihtiyaç duyduğu deneyimi, öğrencilere kazandırma olanağı veriyor. Ancak bağımsız sanatçı olarak çalışan, resim, heykel, baskıresim gibi doğrudan bir sektörü olmayan ya da kısıtlı olan alanlar için bu tür projeler, sınırlı ve dar bir alanda kaldığı için çok fazla sonuç vermiyor. Özellikle sanatçı yetiştiren kurumlar için böyle…. Bu denge iyi korunmaz ise -günümüzde tehlikeli bile olabilir- yani sanat basit bir arz-talep meselesine dönüşebilir. Kanaatimce sanatçı ve sektör ilişkisi çok hassas bir konu. Bu hassasiyeti göz ardı etmeden sektörden, müze, galeri, koleksiyon ve kültür sanat faaliyetlerini gerçekleştiren kurumlarla ilişkileri önemsiyoruz. Öğrencilerin girişimci olabilecekleri ortamları destekliyor, organizasyonlar yapmalarını, bu organizasyonlarda görev almalarını ve onun bir parçası olmasını istiyoruz. Onları okuldan sonraki hayatlarına hazırlayarak bu ortamda çıkabilecek sorunları deneyimlemelerini sağlıyoruz.
Uzun yıllardır eğitimci kimliğinizle yeni nesilleri gözlemliyorsunuz, öğrencilerde yıldan yıla fark ettiğiniz değişimden bahseder misiniz?
Şunu belirmeliyim ki, yeni kuşak epeyce farklı, hızlı düşünen ve sonuç olmaya odaklı bir kuşak. Zamanını son derece tasarruflu ve daha rasyonel kullanmayı tercih ediyor. Bu da şunu gösteriyor ki, daha sistematik düşünmeye meyilli… idealleri ile hayatı arasındaki çelişkileri hızlıca aşmak istiyor. Beklemeye tahammülü yok. Yani düşündüğü gibi yaşamayı arzuluyor. Hem de anında. İstek ve ilgileri elbette onları, önceki kuşaklardan ayrıksılaştırıyor; ancak bir şeyi gerçekten istiyorlar ise, inatçı ve ısrarcı, bir o kadar da sorgulayıcı olabiliyorlar. Yani sadakate, kabullenmeye dayalı bir yaklaşım yerine eleştirel ve sorgulayıcı tutumuyla ikna edilmesi zor bir kuşak. Çünkü bizim önemsemediğimiz, es geçtiğimiz birçok ayrıntıyı didikleyen ve düşünen bir kuşak… Kuşku yok ki bunlar pozitif şeyler, bizden farklı düşünüyorlar ya da onaylamayacağımız şeyleri düşünüyorlar diye onları eleştirme hakkımız olmamalı. Onların bu özelliklerini yaratıcı motivasyonun bir parçası haline nasıl dönüştürebiliriz? Onların bu hakikatlerini sanat eserine dönüştürme şansımız nedir? Onları bu eksende verimli kılmak için donanımlı ve eksiksiz eğitim programlarına ve eğitmenlere ihtiyaç var…
Bilim, kültür aynı zamanda da bir gençlik kenti olarak nitelenen Eskişehir’in de okuyan öğrenciler için kültür etkisinden de bahsetmek isteriz. Anadolu’nun kültürel mirasını araştırmak, eserleri incelemek güzel sanatlar eğitiminde önemli midir?
Sanat üretiminde, ortam ve iklim kuşku yok ki motivasyonda ön sıralarda yer alıyor. Bu nedenle Eskişehir’in bu motivasyonu sağlamada öteden beri avantajlı bir kent olduğunu düşünüyorum. Yerel yönetimlerin kent-sanat ilişkisinde izledikleri stratejiler ve gerçekleştirdiği etkinliklerin yaratıcı yönleriyle olmasalar bile, önemli bir kültürel katkı sağladıklarını söylemeliyiz. Son zamanlarda düzenli sergiler açan galerileri desteklediklerini biliyoruz. Ayrıca OMM gibi bir müzenin varlığı onun gençlere yönelik düzenlediği veya destekledikleri etkinliklerin de Eskişehir üniversite gençliğine imrenilir durum yarattığını gözlemliyoruz.
Sanatın dijitalleşmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu durumu hayatın doğal akışı olarak görmek lazım. Bilgisayarın hayatımıza girmesiyle birlikte, dijitalleşme zaman zaman reddedildi, karşı çıkıldı, hatta benimsenmedi, kabul edilmedi ancak öte taraftan ne denilirse denilsin teknik olanaklar, programlar, yazılımlar, uygulamalar yavaş yavaş çevremizi sardı ve sanatçılara kendilerini daha önce hiç olmadığı kadar etkili ifade etme olanakları sundu. Tarih boyunca araçlar, yöntemler, diller hiçbir dönemde stabil olmamıştır. Sürekli değişmiştir. Dijitalleşme de sadece sanatta değil, hayatın her alanında ihtiyaçlarımızı karşılayan konforumuzu artıran ve yaşamı kolaylaştıran araçlardan en önemlisi. Sanatta da önemli bir ifade aracı. Kaldı ki, dijital ortamda çok etkili ve güçlü işlerin üretildiğini görüyoruz. Bunların diğer ifade araçlarından daha güçlü motivasyonlar yarattığını görüyoruz. Gençlerin ilgi gösterdiği araçlara tekrar ve tekrar düşünerek bakmalı.