Paylaş:
Yeşim Özsoy’un yazdığı, Mark Levitas’ın yönettiği, ‘Kum Zambakları’ oyununda, başrolünü Umut Kurt’la paylaşan Evrim Doğan’la; oyunu, oyunculuğu, sanatı ve hayatı konuştuk.
Röportaj: MELİKE BİRGÖLGE
Zorlu PSM’nin prodüktörlüğünde sahnelediğiniz ‘Kum Zambakları’ oyununda neler bekliyor seyirciyi?
‘Kum Zambakları’ bir ilişki oyunu. Bir kadınla bir erkeğin, ilişkilerinin başından finaline kadar anlatan bir oyun ve aynı zamanda dünyanın yok oluşuna da benzer paralellik kurarak ilerleyen bir oyun.
Seyirciler, oyunun çıkışında neleri düşünmeli mesela? İzleyiciye geçmesini dilediğiniz olgular?
İlişkilerinde ve hayatlarında kendileri gibi olmalarını… İlişkilerine bakmalarını yani kendilerine ve hayatlarına bakmalarını… Sadece kadın- erkek için değil de bütün ilişkilerine bakmalarını sağlamak isterim.
Oyunun bir önemli olgusu da dünyanın yok oluşuna da değinmesi…
Ah, evet… Bizim ilişkinin dışında oyunumuzda en değer verdiğim şeylerden birisi, hakikaten dünyanın yok oluşu… Dünyada, hani buzullar eriyor, iklim değişiyor, küresel ısınma ile vs… Ve bunun en büyük nedeninin tabii ki de insanoğlu olduğunu bilmek. Biraz da buna dair bildiğimiz bir gerçeği, oyunda hissetmek ve bunu seyirciye anlatmak benim için çok kıymetli. Oyunda; mikro ölçekli ritimlerin makro boyutta yansıması, bir kelebek etkisiyle…
Kelebek etkisi deyince… Oyunda mercanlar, kutup ayıları, denizatlarıyla ilgili gerçekler de var, dans, müzik, tango da. Provalara geçen yıl pandemide başladınız. O süreci biraz dinleyebilir miyiz?
Pandeminin en çok vurduğu, yaraladığı da tiyatro maalesef. Büyük, küçük tiyatroların hepsi perdelerini kapadı. Bazıları da neredeyse kapanma sürecine geldi. Kendi yağıyla kavrulan, bir sonraki projesini finanse etmekte bile zorlanan tiyatrolar ve çalışanları çaresiz kaldı. Şu an en çok sahnede olmak heyecanlandırıyor beni galiba. Sanatı kurtarmaya çalışmakla ilgileniyorum daha çok. Eminim dünyanın şu halini, geldiğimiz noktayı, yaşananları anlatacak bir sürü oyun yazılacak. O oyunlarda olmak isterim.
‘Kum Zambakları’ oyunuyla sahnedesiniz. Bundan birkaç yıl önce İkincikat projesi olan Kasap oyunuyla tiyatro sahnelerindeydiniz. Evrim, tiyatro sahnesindeyken, seyircilere oynarken oyunculuğunuzla ilgili hangi evrime geçiyor duygularınız, düşünceleriniz?
Tiyatro; eğitimini aldığım, kafa patlattığım, asla bırakmadığım, sahip çıktığım, sürekli deneyimlediğim, bildiklerimi ve biriktirdiklerimi paylaştığım, muhalif tarafım. Tiyatroda seyircinin reaksiyonunu hemen alırsınız, hissedersiniz. Bu en vazgeçilmez duygu galiba, onları hissetmek. Ve bir vazgeçilmezim de sanırım çalışma süreci ve o süreçte öğrendiklerim.
Sahnede öğrendiklerinizden, eğitimini aldığınız yıllara gidelim mi bu kez? Devlet Konservatuvarı Oyunculuk Bölümü mezunusunuz. Oyunculuğu meslek olarak seçmeniz, oyunculuğa başlamanızın hikâyesini öğrenmek istersek…
Lise biterken en çok psikoloji istiyordum ama çok da çalışkan bir tip değildim aslında. İstemeyi istiyordum. (Gülüyor) Üniversite sınavlarına girdim ve puanım Anadolu Üniversitesi Turizm ve Otelcilik Bölümü’ne yetti. Ailemden uzaklaşmak, kendi hayatımı kurmak da en az psikoloji kadar istediğim bir şey olduğu için koşarak Eskişehir’e gittim. Sonra tek sebebimin sosyalleşmek olduğu, üniversitenin tiyatro topluluğuna katıldım. Okuldan sonra öyle eğleniyor ve istekle gidiyordum ki, sanırsınız doğduğumdan beri tiyatro aşkıyla yanıyorum. İlk o zaman içime karıştı oyunculuk. Ekibin eskileri çalışmamdan o kadar etkilenmiş olacaklar ki ‘Sen sakın bırakma, sınava gir, senin işin oyunculuk’ dediler bana. Turizmi bitirdim ve sınava girdim. Zorlu bir sınavı dereceyle kazandım. Sete ilk defa ‘Bir İstanbul Masalı’ dizisiyle girdim. Hizmetçiyi oynuyorum, başrollere kapı açıyorum. Repliksiz, kenarda ‘Bir gün bana da söz yazacaklar’ diye bekliyorum.
O günlerden, çok izlenen dizilerde rol adığınız bugünlere… ‘Sen Çal Kapımı, Kardeş Çocukları, Bizim Hikaye, Gülümse Yeter…’ Şimdi de ‘Kardeşlerim’ dizisiyle ekranlardasınız. Rol aldığınız dizilere baktığımızda hep akıllarda kalıyor canlandırdığınız karakterler. Doğru seçimin, doğru karar vermenin yanı sıra bunun sırrı nelerde gizli?
O rollerin hâlâ konuşuluyor ve hatırlanıyor olmasının bence en büyük nedeni; belki de benim onları severek, isteyerek, heyecanla ve tüm samimiyetimle oynamaya çalışmam olabilir. Açık söylemem gerekirse dizilerde seçim aşamasında rolünüzle ilgili tam bir karakter analizi yapamayabilirsiniz. Tiyatro oyunu gibi değildir. ‘Bu kadın budur. Bu adam budur’ diyemezsiniz. Yolda her şey değişebilir, dönüşebilir. Bu, çoğu zaman seyircinin ilgisi, çoğu zaman da oyuncunun performansıyla doğru orantılı gidebilir. Kısacası, oynamaya çalıştığım Nermin’in de Şeyma’nın ya da Ayfer’in bu kadar çok konuşulması hem yapımcıların bana verdiği şansla, hem yolculuk sırasında senaristin karakterin potansiyelini fark etmesiyle hem de seyircinin tutunup onu bırakmamasıyla gerçekleşmiş olabilir.
Oyunculuğa başlayıp bugünlere gelene kadar kendinize ve iç dünyanıza dair neler keşfettiniz?
Bugünlere gelene kadar en çok kendimde fark ettiğim; sorun sandığım, büyüttüğüm, problem ettiğim şeylerin aslında ne kadar da basit olduğunu anlamak olmuş olabilir. Zamanla beraber siz de beklentileriniz de değişiyormuş. Daha sabırsız, daha telaşlı, daha doyumsuzken şimdi olanı kabul etmeye ve yaşamın güzel yanını, şu anı daha çok hissetmeye harcıyorum enerjimi.
İŞİMİZ DUYGU SATMAK!
Mesleğinizin artıları ve eksileri…
Oyunculuk özveri ister. Bir süre yapmazsan, öğrenmeye devam etmezsen o seni terk eder gider. Tekrar eder durursun kendini. İşin içinde duygularınız olduğu için aslında deli işidir. “Bu da oyuncu işte” dediklerinde biraz da senin deliliğinden bahsederler. En güzel yanı bu bence. Deliyiz biz. Deli işidir oyunculuk! İşimiz duygu satmaktır bizim. Bazen beş kuruşsuz, bazen de güzel şaşırtıcı kazançlarla yaşar gideriz. Zoru severiz. İnsanlara başka bakarız. Onlarla ilgili analizler yapmayı da severiz. Ses veremeyenin sesi olmak isteriz. Küçük ve köşede kalmışları destekleriz. Kimsenin konuşmaya cesaret edemediklerini sahnede rahat rahat konuşur ve fark ettiririz. Uyandırırız. Uyanık olmalarını sağlamaya çalışırız. Ne güzel meslek böyle anlatınca.
İÇTEN OLMAK, KENDİNE DÜRÜST OLMAK ÇOK HAVALI!
Oyunculukta ve hayatta hangi durumlarda ruhunuz havalanıp koşmaya, coşmaya başlıyor?
Mesleğimde beni en çok havalandıran çalışma şevki ve coşkusu veren sanırım ekibin uyumu. Bizim işimiz ekip işi. Bu meslekte kimse tek başına bir şey olamaz. Koca bir orduyla dolaşır oyuncu. Tiyatroda da böyledir sinemada da televizyonda da… Ve eğer ekibim huzurla uyum içinde çalışıyorsa ben havalanırım. Hayatta beni havalandıran ne peki? Samimiyet. İçten olmak, olabilmek, kendine dürüst olmak ne kadar havalı. Ne büyük özgürlük.
Hayatınızın evrimi, dönüm noktası nedir, baktığınızda?
Büyük bir ağacı düşünün, bir sürü dalları var ve uzayıp gider. Hayat da dönüm noktası ve seçimlerden oluşmuş bir yolculuktur aslında. Bir ağacın dalları gibi… Benim de hayatımda aldığım binlerce karar var. İlki konservatuvar sınavlarına girmeye karar vermek. Hayatımı tümden değiştirdi gerçekten. ‘Ne istiyorum, beni ne mutlu eder?’in cevabını buldum çünkü. Sonrası hep onun getirdiği gelişimlere, dönüşümlere ve sonuçlara sebep oldu. Ben de işte o seçtiğim dala sıkı sıkı tutundum.
KENDİNİ KANDIRMAK HİÇBİR İŞE YARAMIYOR!
Kırklı yaşlarınızda hayat muhasebesi yaptığınızda ne / neler alıyor ilk sırayı? Ve bu, neleri fark ettiriyor bariz olarak?
Bir kadın için farkındalığının en yüksek olduğu zamanlar bence 40’lar. Sizden çok şeyi alıp götürdüğü gibi yerine tahmin bile edemeyeceğiniz dünya kadar duygu ve düşünce ekliyormuş. 30’lar görmek, 40’lar gördüklerini sindirmek ve hayata geçirmek… Oyuncu olmam, insanla ve onun psikolojisiyle herkesten biraz daha fazla uğraşmam sebebiyle daha çabuk yaklaşmış olabilirim bu olgunluğa belki de. Bilemiyorum ama söylediğim gibi önceliklerim değişti. Yaşama daha çok inanıyorum. Nefes alıp veren her canlıya, doğaya, insana, adalete, güven duygusuna, özgürlüğe daha çok saygı duyuyor ve savunuyorum. Bunlarsız olmayacağını, kendini kandırmanın hiçbir işe yaramadığını daha çok biliyorum.
ESKİDEN DAHA ÇOK SUSARDIM!
Birçok farklı kadın karaktere hayat verip gözlemlediniz. Peki, son günlerde topluma ve kadının yerine dair izlenimleriniz…
Çocukluktan itibaren o kadar çok ses çıkarmamak, susmakla ilgili deneyiminiz oluyor ki, öyle yetiştirilmişsiniz çünkü. Refleks olarak gelişebiliyor, susuyorsunuz. Eskiden daha çok susardım mesela. Hayır, öyle olmamak lazım. Korkmadan konuşabilmek lazım. Bir kere de korkmasak keşke. Korkmasam.
Türkiye’nin gündemindeki sorunlardan biri de kadına şiddet. Birçok kadının başına gelen… Bu tür haberleri duyduğunuzda neler geçiyor aklınızdan?
Bu konuyu konuşmak ne kadar zor. Ne kadar acı veriyor anlatamam. Sen bu soruyu sorduğunda bir sürü yüz gözümün önünden geçiyor. Hiç tanımadığım kadınlar ve onlar artık yoklar. Tanımlamak zorlaşıyor gitgide. Acısı derinleşiyor. Yaşayan ve şiddete maruz kalan kadınların durumu da vahim. Sahipsiz bırakılıyor. Kimseden destek göremiyor. Her gün ölüyor. İstanbul Sözleşmesi bunun için var. Sonuna kadar sahip çıkmalıyız bu sözleşmeye. Kadın şiddeti bu ülkenin bir türlü çözmeyi beceremediği bir sorun. Çözülemiyor. Çocukken anne babasından şiddet görmüş insanlar, yetişkinliğinde de böyle davranmaktan sakınmıyor. Kendinde bunun sebeplerini araştırmak yerine, üstünü kapatıyor. Öyle büyüyor. Anne de böyle büyümüş baba da. Öğretilen bu. Maalesef bir kız çocuğu belki de ilk şiddet deneyimini çoğunlukla yine bir kadından, annesinden görüyor. Fiziksel olmasına gerek yok. Her türlüsünden olabilir. Kadın, çocuğunu büyütüyor ama ona tek başına ve güçlü olmayı, neyi isteyip istemediğine karar verebilme gücünü veremiyor çoğu zaman. Anneler, erkek evlatlarına daha çok saygı duyuyor, kızları yok sayıyor. Ve yaş aldıkça kadınlar kendilerini savunmasız, zayıf ve bir erkeğin uzvu gibi yaşamak zorunda hissediyor. İsteklerine, hayallerine ulaşamayacağına daha çok küçük yaşlarda inanıyor. Ama dünya değişiyor. Ne güzel ki kadınlar ‘Hayır!’ demeyi öğreniyor. Kadın doğası gereği öğrenmeye açık, kendini yenilemeye, fark etmeye daha teşne. “Ben de bir bireyim. Ben de varım. Bana da saygı duyun” dedikçe üzgünüm ki şiddet ve cinayet daha da arttı. Umutluyum ama. Değişecek. İnsanın değişimi, kendini anlamaya çalışmakla başlayacak. Nedenlerini araştırdıkça vazgeçecek karşısındakini dövmekten, öldürmekten, eziyet etmekten. Bu, bizim yapmamız gereken. Bir de bunun hukuki ve resmi tarafı var tabi. Sistem, yeni düzenlemeler getirecek, buna mecbur. Eski, geri kalmış ne varsa bırakacak. Kadının yanında olacak. Buna mecbur. Kadından bu kadar korkmayacak. Kadınsız olamayacağını, onun gücünü kabul etmek zorunda olduğunu anlayacak. Buna mecbur. Bizler de bir hiç uğruna ölen kadınların arkasında duran kadınlar olmaya mecburuz. Kadın kadından güç almalı. Biz birbirimizi kollamalıyız.