Paylaş:
Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nin yeni süreli sergisi “Yan Yana: Melahat ile Eşref Üren ve Eren ile Bedri Rahmi Eyüboğlu”, müzenin iki katına yayılarak 20 Eylül 2025 tarihinde açıldı. Müzenin üçüncü katında Melahat ve Eşref Üren’in eserleri Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp’in küratörlüğünde, ikinci katında ise Eren ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yapıtları Ömer Faruk Şerifoğlu’nun küratörlüğünde farklı temalar etrafında sanatseverlerin beğenisine sunuluyor. Sergide, Türkiye İş Bankası Sanat Eserleri Koleksiyonu’nda yer alan yapıtların yanı sıra özel koleksiyonlardan seçilmiş eserler de bir araya geliyor.
“Yan Yana sizi bekliyor”
İş Sanat Genel Müdürü Zuhal Üreten, süreli sergilerin koleksiyonu farklı bakış açıları ve temalar ile yeniden ele alma ve başka koleksiyonlarla iş birliği imkânı sağladığını dile getirdi. Serginin özellikle kadın sanatçıların üretimine odaklandığını belirten Üreten söylerini şöyle sürdürdü; “Müzemizin üçüncü süreli sergisi ‘Yan Yana’, İş Bankası Sanat Eserleri Koleksiyonu’ndan seçilen eserlerin yanı sıra Eyüboğlu Ailesi ile İmren Erşen koleksiyonlarının cömert iş birliğiyle hazırlandı. Küratörlerimiz Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp ile Ömer Faruk Şerifoğlu, serginin ve önümüzdeki aylarda yayınlanacak sergi kitabının tasarımında Timuçin Unan ile birlikte çalıştı. Başta Resim Heykel Müzemizin çalışkan ekibi olmak üzere, sergimize emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum.
Melahat ve Eşref Üren ile Eren ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun eserlerini ‘güzellikleri ve zorluklarıyla sanatı ve hayatı paylaşmak’ parantezinde izleme imkânı sunan bu iki paralel sergide, kadın sanatçıların üretimine daha güçlü bir odaklanma kendini hissettiriyor. Bu odaklanmanın, sanatta ve hayatta kadın emeğinin yoluna ışık vermesini diliyorum.”
Sergi küratörleri Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp ve Ömer Faruk Şerifoğlu ile yaptığımız özel röportajda serginin içeriğini, kavramını ve Türk resminin bu önemli çiftlerinin üretim süreçlerini irdeledik.
Bu sergi sizce Türkiye’nin sanat hafızasına nasıl bir katkı sağlıyor? İzleyiciyi sadece iki sanatçı çiftin hikâyesiyle mi buluşturuyor, yoksa erken Cumhuriyet’ten bugüne uzanan daha geniş bir sanat tarihi anlatısına mı davet ediyor?
Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp – Her ikisini de belirli ölçülerde yapıyor. Bir tarafta “yan yana” oluş teması üzerinden, iki sanatçı çiftin hikâyesi anlatılıyor – benzeşen yönler olduğu kadar, ayrışanlar da vurgulanıyor. Örneğin her iki çiftin hikâyesinde de erkekler hep daha görünür, kadınlar daha geride. Ama Eren Eyüboğlu’nun görünürlüğü de Melahat Üren’e göre daha fazla; böyle farklar da var. Temelde iki hikâye var – bunlar, Cumhuriyet dönemi sanatımızın genel anlatısına bağlanıyor ama bu tarihin muhtelif yazımlarında üzerinde az durulmuş bazı noktaları da açığa çıkarmaya gayret eden bir sergi bu. Tabii bu aşamada küratöryel yaklaşımlarda da farklar oldu – sonuçta Ömer Faruk Şerifoğlu, Eyüboğlu sergisini; ben Üren sergisini hazırladık. Ama temel kaygılar önemli ölçüde örtüşüyor gibi.
Ömer Faruk Şerifoğlu – “Yan Yana” sergisi, Modern Türk resminin dört önemli sanatçısına odaklanıyor. İki sanatçı çiftin erkekleri Türk Resminin iki büyük ustası olarak görünür olmuş ve literatüre geçmişken, eşlerine göre -farklı sebeplerle- geride kalan iki kadın sanatçının bir adım öne çıkarılarak, aynı ortamlarda gerçekleştirdikleri üretimler, yan yana sergileniyor. Dönemin paradigmalarından uzak, olabildiğince nesnel bir yaklaşımla iki ayrı sanatçı çiftinin sanat serüvenleri ve üretimlerinin bir arada görülebildiği sergi, kanonik yaklaşımdan farklı bir okuma önerisi getiriyor.
Eser seçiminde çiftlerin birbirini tamamlayan ama bazen de karşıt duran üretimlerini nasıl dengelediniz? Bu diyalog serginin kurgusuna nasıl yansıdı?
Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp – Sanatçı kadınların, neredeyse her zaman daha görünmez olmaları belirgin bir sorun; bu yüzden erkekleri geri plana atmadan, kadınları da görünür kılmaya çalıştık. Sonuçta, biz çiftleri ayrılmaz bir bütün olarak kabullenmeye eğilimliyiz. Oysa birlikteliğe rağmen, herkesin ayrı ayrı devam eden, etmesi gereken kişisel hikâyeleri var. Ortaklaşa olanların yanında, bu kişisel hikâyeleri de vurgulamalıydık. Mesela benim hazırladığım Melahat Üren-Eşref Üren bölümü, sanatçılığı görece az bilinen Melahat Üren’in öne çıktığı bir kurguya sahip. Eserlerin arasında ona ait olanlar daha fazla, ayrıca serginin arşiv kısmı da Melahat Üren’e ait belgelerden meydana geliyor. Mümkün olduğunda eşitlikçi davranmak istesek de kadınların öne çıkması gerekliydi.
Ömer Faruk Şerifoğlu – Her çifti kendi içinde eser sayısından başlayarak dengeli biçimde yan yana göstermeye karar verince, iki sanatçının sanat ve yaşam serüvenlerinde birlikte yol alırken gerek üslup gerekse tema olarak yaklaştıkları ve uzaklaştıkları bölümler oluşturarak ikisinin yan yana ama bağımsız birer karakter ve sanatçı olduğunu vurguladık.
Sergi kataloğunda, Melahat Üren’in sessizliğe itilmiş bir sanatçı olduğunu vurguluyorsunuz. Serginin bu sessizliği bozma ve onu hak ettiği görünürlüğe kavuşturma hedefini nasıl gerçekleştirdiğini düşünüyorsunuz?
Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp – Bu sergide teşhir edilen arşiv malzemesi ve desenler, daha önce yayımlanmamıştı. Bunların, Melahat Üren’in genellikle eşinin sanatıyla kurulan bağlantı aracılığıyla değerlendirilen ressamlığına yeni bir bakış kazandırdığını sanıyorum. Özellikle şiir ve karikatürleri, zengin bir içsel yaşantıya işaret ediyor. Bunlar aracılığıyla, Melahat Üren’i daha iyi tanıyabiliriz çünkü biz o kadar da bilmiyoruz Melahat Üren’i. Hakkında yazılanlar fazla değil, kendisiyle yapılmış söyleşi az. Odak genelde Eşref Bey’in üzerinde olmuş, Melahat Hanım’ın sanatı üzerine fazla çalışılmamış. Bu sergide odak Melahat Hanım’ın üzerinde, özellikle genç nesilden sanat tarihçileriyle sanatçıların ve öğrencilerin, bu hayranlık verici ressamı keşfetmeleri için iyi bir vesile olacak – sadece onu değil, Eşref Üren’i de tabii. Sessizlik ve görünmezlik ancak böyle bertaraf edilir.

Bedri Rahmi ve Eren Eyüboğlu’nun ilişkisini bir “sevda masalı” olarak tanımlıyorsunuz. Bu aşk hikayesinin, iki sanatçının üretimlerine olan yansımaları sergide hangi eserler aracılığıyla somutlaşıyor?
Ömer Faruk Şerifoğlu – Sanat tutkusuyla birbirine bağlanmış ve sevda masalını birlikte yaşamış Eyüboğlu çifti. Birimiz resmi bırakırsa ayrılalım, diye sözleşmişler evlenirken. Sergide birbirlerini resmettikleri portrelerde bu aşkı çok rahat görmek mümkün. Aynı şehirden veya aynı konuda resimlerinde de bu yakınlığı okuyabiliyoruz. Eren Eyüboğlu’nun en büyük eleştirmeninin eşi Bedri Rahmi Eyüboğlu olduğunu kendisi dillendirir; dolayısıyla tüm Eren Eyüboğlu resimleri adeta Bedri Rahmi’nin beğenisinden geçmiştir diyebiliriz.
Melahat Üren’in sanatı, eşi Eşref Üren’in sanatıyla nasıl bir diyalog kuruyor? Sergide bu etkileşimi ve aynı zamanda Melahat Hanım’ın kendine özgü duyarlılıklarını nasıl ortaya koydunuz?
Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp – Melahat Üren, Eşref Üren’in ilk başta öğrencisi, sonra nişanlısı, sonunda da karısı olmuş. Aralarındaki yaş farkı da yirmiden fazla. İlişkilerinin hiyerarşik bir yanı var. Evin esas ressamı Eşref Bey olmuş sanki, Melahat Hanım onun gölgesinde kalmış. Tabii ki ondan etkilenmiş, resmi Eşref Bey’den öğrenmiş. Ama zamanla kendi rengini, kendi dilini de bulmuş. Yağlıboya resimlerinde bu benzerlikler daha açık ama desenlerinde biraz daha kişisel bir ifade buluyor. Yağlıboya resimler ve desenleri, biraz da bu benzerlikleri ve farkları belirginleştirmek üzere kurgulayarak teşhir ettik. Melahat Hanım’ın daha elli yaşında vefat etmesi, onun olgunluk dönemini izlemeye engel.
Resimlerin yanı sıra sanatçılara ait mektup, şiir, eskiz ve belgelerin yer alması, izleyiciye sanatçıların iç dünyası ve aralarındaki ilişki hakkında nasıl bir perspektif sunuyor?
Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp – Sanatçıyı eserine bakarak anlamaya, tanımaya çalışan bir yaklaşım vardır ama bu her zaman iyi sonuçlar verir mi, bilmem. Arşiv malzemesi, hele de yazılı malzeme, bu bakımdan iyi bir kılavuz olabilir. Melahat Üren’in şiirleri, piyesleri, hatta bir kaydettiği bir rüyasını da sergiliyoruz – bunlar, onun kamu tarafından pek az bilinen içsel yaşantısının haritasını çıkarmakta bize yardımcı olabilir. Melahat Üren’in ciddi bir edebiyat ilgisi var mesela – çok yazıyor. Eşref Bey de yazıyor ama onun yazdıkları daha çok sanat yazıları; ressamları tanıtan yazılar yazıyor, sanat haberlerini yorumluyor, sergilerden bahsediyor. Melahat Hanım ise şiir yazıyor, hikâye yazıyor, piyes yazıyor, bilmeceler kaleme alıyor. Bunların sayısı da az değil üstelik. Bir roman denemesi bile olmuş. Bunlar bir araya gelince, karşımıza bir portre çıkıyor. Sergi, o portreyi okunaklı kılma çabasıydı.

Ressam kimliklerinin yanı sıra Bedri Rahmi’nin şair, Eren’in ise kendi sanatsal eğilimleri bu “yan yana” duruşu nasıl etkiliyor? Bu çok yönlülük sergide nasıl bir dille anlatılıyor?
Ömer Faruk Şerifoğlu – Eren ve Bedri Rahmi Eyüboğlu, büyük ölçüde aynı kaynaklardan beslenmiş, sanat ve yaşam yolculuklarını beraber yürümüş olduklarından, kişisel üslup ve üretim pratikleriyle ayrışmaları dışında, bütün doğallığıyla “yan yana” olmuşlardır 50 yıla yakın… Bedri Rahmi’nin ressam ve şairliği iç içedir, ayırmak mümkün değil; kendi şiirinin ressamı olmuştur daima… Bu sebeple serginin her bölümünde, o konuya değindiği dizelere de yer verdik.
Eren Eyüboğlu’nun sanatsal kimliği, eşi Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun gölgesinde kalmadan nasıl öne çıktı? Sizce sergi, onun “doğuştan ressam” kimliğini izleyiciye nasıl hissettiriyor?
Ömer Faruk Şerifoğlu – Eren Eyüboğlu’nun kabiliyetini, yeteneğini tespit anlamında Bedri Rahmi tarafından kurulmuş bir cümle, “anadan doğma ressam” tabiri. Kendisinin ise çalışarak ressam kimliğini kazanmış olduğunu söyler. Eren Eyüboğlu eserlerinin çoğunda görülen geniş ve rahat fırça hareketleri, ele aldığı her figürü anıtlaştırır adeta. Sergide birçok duvarda yan yana gelen eserlerde, ikisi arasındaki yakınlaşma ve ayrışma rahatlıkla görülebilir.
Erken Cumhuriyet Ankara’sı ve İstanbul’un sanat çevresi, bu çiftlerin üretimlerini nasıl şekillendirdi? Ziyaretçi sergiden bu dönemlerin ruhuna dair ne taşıyabilir?
Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp – Eşref Bey, İstanbul; Melahat Hanım, Midilli kökenli ama hayatlarını Ankara’da inşa etmişler. Cumhuriyet’in ilanından sonra, Ankara her ne kadar yeni bir kültür odağı olma gayretine girse de, bu işin merkezi halen eski payitaht, yani İstanbul. Ancak II. Dünya Savaşı’ndan ve 1950’lerden sonra Ankara, İstanbul’a kafa tutmaya başlamıştır ve bunda “Ankara ressamı” olarak tanınan Eşref Üren’in de etkisi vardır. Sahiden resmin tanınması, sevilmesi, bilinmesi için çok çaba harcamıştır – hem eğitimci hem de yazar olarak ciddi gayreti vardır. Bu yüzden, Teşvikiyeli Eşref Üren, Ankara’yla özdeşleşen birkaç sanatçıdan birisidir de. Hem Melahat Hanım’ın hem Eşref Bey’in resimlerinde Ankara var – özellikle kent manzaraları ve Ankara’nın çevresine dair kır peyzajları sayıca çoktur. Ama çiftin, özellikle de Eşref Bey’in İstanbul’la bağlantısı hep devam ediyor bir biçimde, etmese olmaz zaten. Sanatın merkezi İstanbul – Güzel Sanatlar Akademisi burada, Resim Heykel Müzesi burada. 1980’lere kadar çok ciddi olmamakla birlikte, bir resim piyasası varsa, bunun da merkezi İstanbul.
Ömer Faruk Şerifoğlu – İki sanatçı çiftin yoğunluklu üretim zamanları 1930-1980 arası yıllarıdır. Eserlerinde gerek tema gerek üslup ve renk tercihleriyle o yılların ruhunu yakalamak mümkündür. Eyüboğlu ve Üren çiftleri yaşadıkları dönemde, biri İstanbul’da diğeri Ankara’da sanat çevrelerinin odağındaki isimlerdendir. Buna karşın her iki sanatçı çiftin de, Çağdaş Türk Sanatının kurucu isimlerinden olduğunu söylemek mümkün.
Sizce bu sergi, bugünün sanatçılarına ve izleyicisine ne söylüyor? Günümüzde “yan yana olmak” nasıl bir anlam kazanıyor?
Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp – Çok tuhaf bir zamanı yaşıyoruz. İnsanların politik idealler uğruna bir araya toplandığı, kitleselleşmenin ve dayanışmanın, yoldaşlığın çok yoğun gözüktüğü bir dönem bu ama bir yandan, müthiş bir yalnızlaşma var. Bu bireysellik de değil – bireysellik iyi bir şeydir. Bu dönemin yalnızlığı, hayli ağır ve depresif bir dibe çökme durumu. Tüm dünyadaki politik gelişmelerin olduğu kadar, teknolojinin de buna katkısı var. Böyle zamanlarda “yan yana olmak” daha da önem taşıyor. İnsan ilişkilerinin önemini yeniden öğrenmeliyiz belki de. Bu serginin, tüm çatışma ve gerilimlere rağmen, “yan yana” oluşun iyi taraflarını vurgulamasını isterim şahsen – tabii ki kişinin kendi mahremiyetini ve bireyselliğini de muhafaza etmesi kaydıyla. Aksi halde yan yana olmak, kişiyi boğabilir de.
Ömer Faruk Şerifoğlu – Eyüboğlu çifti, yaşamlarıyla, sanatlarıyla, özverileriyle, üretim zenginliği ve çeşitliliğiyle, genç sanatçı adaylarına her zaman rol model olacaktır.
Bu sergi sürecinde sizi en çok etkileyen eser, belge ya da an hangisiydi? Ziyaretçilerin de özellikle fark etmelerini istediğiniz bir detay var mı?
Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp –Ben Melahat Üren’in rüyasından etkilendim. Melahat Hanım bir Osmanlı yurttaşı olarak Midilli’de doğuyor ama çocukluğu ve gençliği Cumhuriyet idaresinde geçiyor. O nesil için Atatürk, bizim gibi kitaplardan okuyup resimlerini gördükleri bir figür değil; yaşayan bir gerçek kişi, Gazi Paşa. Melahat Hanım, rüyasında Atatürk’ü görmüş, çok etkilenmiş ve onu yazmış. Bu beni etkiledi. Bir de, yine ilginç bir şey dikkatimi çekti: Melahat Hanım’ın ilk öğrendiği yazı, Arap alfabesiyle ; Harf Devrimi’nden önce öğrenmiş okuma-yazmayı. Arap harflerini öğrenen nesil için bu yazı kolay, çünkü genellikle bitişik harflerden oluşuyor ve işlek. Hızlı ve zarif yazabiliyorsunuz. Latin harfleri ise ayrık, o yüzden o harfleri kullanırken zorlanıyor. Ayrı harflerle yazdığı yazı çocuk yazısı gibi. Elin hafızası, kollektif bellek ve politikanın birbirine karıştığı bir durum – tıpkı rüyada Atatürk’ü görmesi gibi. Serginin Virgina Woolf’un aynı adlı metninden yola çıkarak kurguladığım “Kendine Ait Bir Oda” adını taşıyan bölümünde sergilenen bu mektubu görmelerini isterim.
Ömer Faruk Şerifoğlu – İzleyicilerin birkaç Bedri Rahmi resmine yoğunlaşıp içine girmeleri ve detayların keyfini çıkarmalarını, özgün Bedri Rahmi motifleri bölümüne dikkat kesilmelerini, Eren Eyüboğlu’nun ise portrelerini ve özellikle Anadolu kadınlarını incelemelerini; böylelikle sergiden unutamayacakları bir keyif ve deneyimle ayrılacaklarını müjdelerim.
Ömer Faruk Şerifoğlu’nun küratörlüğünde hazırlanan Eyüboğlu sergisi, Eren ve Bedri Rahmi’nin hem bireysel hem de ortak üretimlerini gözler önüne seriyor.