Teknoloji ile kaçınılmaz bir ilişki içinde olan toplumda sanat üretimi, algısı ve geleceği konusunda araştırmalar yapan Selçuk Artut ile üretimlerini, geleneksel sanatın ve kültürel mirasın önemini ve teknoloji sanat eserlerinin korunmasında bir bilinç oluşması için sürdürdüğü Teknolojik Sanat Eserlerinin Korunması başlıklı araştırma projesini konuştuk.
Sabancı Üniversitesi’nde Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Programı’nda ses ve etkileşim üzerine dersler veren Artut, sürekli gelişmekte olan teknoloji karşısında, üretilen güncel eserlerin tutarlı bir biçimde korunabilmesinin önemine değinerek; gelişen teknolojinin bir önceki sürümü ile üretilen eserlerin risk altında olduğuna dikkat çekiyor.
Sanatçı, akademisyen ve müzisyen kimliklerinizin ötesinde multidispliner işler üzerinde yoğunlaşıyorsunuz. Sizi sizden dinlemek isteriz.
Eğitim hayatım boyunca kendi çabalarım neticesinde farklı disiplinlerle kendimi besleme şansım oldu. Lisans eğitimimi sevdiğim bir alan olan matematik üzerine aldım. Öncesinde de bilim insanı olma yolunda bir eğitim sürecinden geçmiştim. Ancak üniversite okumak benim için tamamen bir aydınlanma süreciydi. Bu yüzden eğitim aldığım bölümü körü körüne okumayı hiç istemedim. Matematik alanında başarılı olmamın ötesinde müzikle ve sanatla ilgilenmek benim için hep ayrılmaz bir parça oldu. Üniversite üçüncü sınıfta Replikas ile profesyonel bir müzik hayatı serüvenine girmiş oldum. Bu erken gelen müzik kariyeri mezun olduktan sonra da sanat alanına girmeme vesile oldu. O dönem yeni kurulmuş bir üniversite olan Sabancı Üniversitesi’nde Sanat ve Tasarım alanında dersler vermeye başladım. Doğru söylemek gerekirse akademik kariyer de erken gelmişti. 2005 yılında Londra’ya gittim ve ses sanatı alanında yüksek lisansımı tamamladım. 2013 yılında ise İsviçre’de bulunan European Graduate School’dan doktoramı aldım. Halen Sabancı Üniversitesi’nde dersler veriyorum. Akademik alanda yayınlanmış birçok makalem ve kitabım bulunuyor. Replikas (www.replikas.com) ile 1998 yılında çıktığımız müzik yolculuğunun meyveleri olarak yayınladığımız birçok albüm bulunuyor. Bu aralar ise RAW (www.rawlivecoding.com) isimli bir canlı kodlama ikilisi ile ses ve görüntü deneyimleri hazırlıyoruz. Bahsettiğim bu uğraşların yanı sıra sergiler sunan bir sanatçıyım. Eserlerimi üretirken yoğun olarak teknolojik unsurları kullanmaktayım. Eminim atladığım başka şeyler de vardır. Bu bahsettiklerimden yola çıkarak meraklananlar www.selcukartut.com internet sitemden ve sosyal medya hesaplarımdan hakkımda daha fazla bilgiye erişebilirler.
Teknolojinin sunduğu imkanlar, yeniliğe ve özgünlüğe açık olan sanatı yeni bir seviyeye taşıdı diyebilir miyiz? Bu seviyede siz hangi disiplinlerden yararlanıyorsunuz?
Sanatın sınırlarını tartışmak oldukça muğlak bir mevzu. Özellikle 20. yüzyıl çağdaş sanatı insanların sanat ile olan ilişkilerini ters düz edecek birçok gelişmelere şahit oldu. Sanat asileşti ve standart kalıplar içine sığmayacağını ilan etmiş oldu. Ancak bence sahip olduğu değişmeyen özelliklerinden birisi iletişime özgü karakteri oldu. Bugün kitleler kaçınılmaz bir biçimde teknoloji ile sarmaş dolaş diyebileceğimiz aktif bir etkileşimin içindeler. Bu etkileşimin boyutlarını gündelik alışkanlıklarımızın sayısallaşan halleri ile çok daha net görme fırsatı edindik. Fiziksellik, gerçeklik gibi kavramlar teknoloji sayesinde insan hakimiyetinde kontrol edilebilir bir manipülasyonla yönetilir hale geldiler. Teknoloji rasyonel bir toplumun gelişmesine zemin sağlamaktayken bugün büyük veri sayesinde insan uygarlığının temsiliyet değerleri üzerinden yeni kurguların oluştuğu bir yapay zekâ devrimini yaşamaktayız. Ben de yoğun bir biçimde eser üretimlerimde güncel teknolojileri takip ediyorum. Ancak bu şu anlama gelmemeli. Kendimi hiçbir zaman teknolojiyi koşulsuz olarak kabul edip ilk fırsatta en son gelişmelerle bir şeyler üretmek zorunda hissetmedim. Analizci tarafım beni hep yenilikleri sorgulamam konusunda uyanık tutmuştur. “Yeni Medyanın Nesi Yeni?”, “Yapay Gerçeklik Kimin Gerçekliği” gibi temel sorularla yeri geldiğinde eleştirel bir tarafta olmayı tercih ettim. Disiplin özelinde konuşmak gerekirse tabii ki kod ile eser üretimi diye bilinen, benin diyalektik yaratıcılık demeyi tercih ettiğim alanı çok sık ziyaret ediyorum diyebilirim. Hayal etmediğim, planlamadığım bir evrende kendimi bulmak ve hatta oraya sürüklenmek gibi bir anlayışla eser üretmeyi çok uzun zamandır benimsemiş bulunmaktayım. Sezgisel ve iç güdüsel bir tarafı da var.
Matematik – müzik – teknoloji… Üretim yaparken, kurgunuz bu üç başlığın arasında nasıl şekilleniyor?
Matematik elbette çok işime yarıyordur ama artık benim için önde görünür halini yitirmiş durumda, son derece içselleştirdiğim bir karaktere dönüştü. Müzik her zaman, en başından beri vardı, elektrikli müzik yapmak, kasetlere ses kaydetmek çocukluğumda benim en sevdiğim şeylerdi. Günümüze geldiğimizde çocukken merak ettiğim ve kurcalayıp durduğum bu alanlara dair üretken birisi haline dönüştüm. Ama ruh halim pek değişmedi, hala kendimi o yaşlarımda olduğum seviyede merak içinde onu bunu kurcalarken buluyorum. Atölyemde deneyler yaptığım, icatlar peşinde olduğum, bilmeyene ise son derece karışık gelebilecek bir düzenim var. Bu düzen içinde müzik, matematik ve teknolojiyi etkin bir biçimde kendi ürettiğim yazılımların özgün yapıları içinde harmanlayabiliyorum. Sanatı tek bir çizgide alışılmış biçimlerde görmektense hayatın her boyutunda var edilebileceğini hissettiğim bir farkındalıkla eser üretmeye çalışıyorum.
Yeni medya ya da dijital sanat ifadelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu ifadeler doğru bir tanımlama mı?
Yeni medya kavram olarak benim her fırsatta eleştirdiğim bir içeriğe sahip. Yeni olarak neyi temsil ettiğini anlamakta zorlanıyorum. Yeniye övgünün modernizmin bir dayatması olduğunu düşünüyorum. Tüm geçmişi hiçe sayarak yepyeni bir şey yaptığını iddia etmek bana geçerli bir önerme olarak gelmiyor.
Çalışmalarınızda felsefe, zanaat ve kültür ögelerine yer veriyorsunuz. Miras olarak günümüze taşınan kültür ögelerini teknolojik olanakları kullanarak nasıl koruyabilir miyiz?
Eğer bu soru ile günümüz teknolojik olanaklarını kullanarak kültürel öğeleri ileriye taşımak amacıyla koruyabilir miyiz diye bir sorgulama içindeysek, evet bu konuda uzun süredir çalışmalar yapılmaya devam ediyor. Kaybolmuş tarihi şehirlerin Artırılmış Gerçeklik teknolojileri ile görüntülenmesinden tutun, yüksek tarama özelliğine sahip üç boyutlu cihazlarla Kiribati Cumhuriyeti gibi kaybolmaya yüz tutan ülkelerin kayıt altına alınması gibi örneklere rastlamak mümkün. Koruma konusu ele alındığında en temel çıkmaz aslen neyin korunması gerektiği konusundaki belirsizlikler. Bu konuda ağır bir yük olan karar verici olma görevi genellikle koruma rolünü üstlenen konservasyon uzmanlarına düşüyor. Bir süredir de bu konuda farkındalık yaratmak için uğraşlar veriyorum. Teknolojik Sanat Eserlerinin Korunması konusunda ortak bir bilincin oluşmasını sağlayabilirsek bu vesile ile teknolojinin olanaklarının kültürel öğelerin korunması için etkin ve verimli biçimlerde kullanılmasını da mümkün kılabileceğimize inanıyorum. Çünkü kültürel öğeleri korumak adına kullandığımız teknolojilerde zaman karşısında yitim riski altındalar. Biz bir eseri arşivleyerek koruduğumuzu zannederken o teknolojinin yok olması neticesinde toplu bir kayıp olması oldukça muhtemel.
Üretimlerinizde nelerden ilham alıyorsunuz?
Günümüzde sanatçılar farklı disiplinlerden beslenebilecek olanaklara sahipler. İlham aldığım kaynakların genel bir sistematiğini tarif etmek oldukça zor. İlham kaynağı kimi zaman hırdavatçılar çarşısında dolaşırken vitrinde gördüğüm öylesine bir şey olabilirken kimi zaman okuduğum kısa bir metin parçası olabiliyor. Bir süredir istediğim sanatsal fikri zihnimde oluşturmaya başladıktan sonra üç boyutlu ortamda o fikri oluşturan öğeleri ölçeklendirerek tasarlıyor oluyorum. Tabii ki bu süreç bir satranç oyunu gibi ilerideki hamleleri de planladığınız aşamalara sahip olabiliyor. Eseri meydana getirirken denemeler, kazalar, baştan çözüm üretmeler gibi birtakım unsurları da seve seve sürece dahil ediyorum. Bu fikirleri gerçekleştirirken kalem, kâğıt da bilgisayarın sağladığı tasarım ortamları da önemli seviyelerde epey işime yarıyorlar.
Asemblaj isimli eserinizden ve geometri sanatı üzerine sürdürdüğünüz çalışmalardan bahseder misiniz?
Sanat üretimimde tek bir konuya saplanmayı ve kendimi biçimsel anlamda tekrar etmeyi pek sevmiyorum. Temel prensiplerde içimde var ettiğim birtakım değerler olduğu şüphesiz ancak bunları sunma biçimlerim değişebiliyor. Son dönemlerde yoğun olarak ele aldığım geometri sanatı eserlerimde insanlara aktarmak istediğim birkaç katmandan oluşan bir yapı söz konusu. Bunlardan birincisi sanat tarihine olan merkezci bakış açısının çıkmazlarını sorgulamak. Birçok okulda sanat tarihi denince akla gelen ilk şey Batı Sanatı olabiliyor. Oysa sanat tarihinin herhangi bir coğrafyanın hegemonyasından bağımsız ve bilimsel olarak ele alınması gerekir. Bu açıdan düşünüldüğünde geometri sanatı alanında yapılan çalışmaların yüksek sanat tartışmalarının gölgesinde kalması ve bu eserlerin dekoratif öğeler olarak sınıflandırılmalarını şahsen kabul etmiyorum. İkinci olarak geometri sanatının günümüz medya sanatının ortaya çıkmasında önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Bu durumun da Yeni Medya gibi isimlendirmelerle göz ardı edildiğini düşünüyorum. Tüm bunlardan yola çıkarak geleneğin ortaya koyduğu ve geometri sanatının biçimsel olarak sergilendiği örneklerini ele alarak bir araştırma sürecine girdim. Var olan bu eserleri analiz ederek o desenlerin matematik ve ardından kodlama ile gerçekleştirilebileceğine dair bir yöntem geliştirdim. Bu yönteme dayanarak da bir süredir eserler üretiyorum. Hatta bu konuda yazdığım bir kitabım da yakında yayınlanmak üzere. Bu kitap sayesinde eserlerimdeki üretim yöntemlerimde arzu ettiğim şeffaflığı ve anonimliği gerçekleştirebilmiş olacağımı umuyorum.
NFT ve sık kullanılan ismiyle “dijital sanat”ın ülkemizdeki gelişimini ve algısını nasıl değerlendirirsiniz?
NFT, dijital sanatın biriciklik problemini bertaraf etmek üzere çıkmış bir kolaylaştırıcı aslında. Kripto değerler üzerindeki ilginin NFT’ye de kayması neticesinde fiziksel olmayana kıymet atfetmemiz geniş kitlelerce kabul görmüş oldu. Bu durum da dijital sanatın önünü açtı diyebilirim. Bir yandan da pandeminin dünyaya etkileri sonrasında sanal ortamlarda var olmak bir norm haline dönüştü. Ancak NFT, tıpkı kripto varlıklarda olduğu gibi bir ütopyayı hedefliyordu. Bu ütopyadan ne yazık ki biraz uzaklaşmış durumdayız. Eserin ne olduğu değil, al sat getirisi daha çok ön plana alınmış durumda. Ama yine de NFT’nin arkasına aldığı rüzgâr sayesinde ülkemizde dijital sanatın önünün çok ciddi ölçüde açıldığını söyleyebiliriz.
Teknolojik sanatın geleceğiyle ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Geleceği konuşurken o geleceğin günümüze ne kadar uzak olduğu yönündeki genel kanımızın değişime uğradığını düşünüyorum. Benim gelecek diyeceğim dünya bundan çok uzak bir yerde değil. Yapay zekanın, sanal deneyimlerin ve yeni internetin konuşulduğu bu dönemde geleceğe dair biraz olsun daha net konuşabilmek mümkün. Genel anlamda; teknolojik sanatın geleceği deneyimler üzerine evriliyor diyebilirim. Sanat izleyicisi ister istemez her şeye dokunmak ve hissetmek istiyor. Artık ekran gördüğümüzde eskisi gibi bir şaşkınlık içinde değiliz. Bu yüzden teknoloji ile etkileşimin daha fazla öne çıkacağını düşünüyorum.
Üzerinde çalıştınız yeni projeleriniz nelerdir?
Geometri Sanatı üzerine olan çalışmalarım halen devam ediyor. Bir yandan da müzik hayatımda uğraşlar veriyorum. RAW’un yeni bir albümü üzerine çalışmalar yapıyoruz. Tiyatro alanında yeni bir proje üzerine çalışmalara başladım. Henüz çok yeni Sonar İstanbul 2023 için bir eser üretmiştim. Orada kullandığım estetik üzerine biraz daha yoğunlaşmayı düşünüyorum.